Siyaset etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Siyaset etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Ekim 2017 Salı

The Pious Student (Dindar Öğrenci) İsimli Yobaz Mangası


Manga-Tr'de birinin çevirmesi üzerine okuma şansım oldu bu mangayı. Bu manga seri mı yoksa oneshot mu bilmiyorum. Sadece ilk bölümünü okudum. Biraz araştırdığımda Malezyalı bir bayan tarafından çizilip Deviantart'ta yayınlanmış amatör bir çalışma olduğunu öğrendim.

Manganın Özeti: Bir kız, ayaklanma sırasında tecavüze uğramaktan korktuğu için bir mescide sığınıyor. Mescitte karşılaştığı bir erkek öğrenci durmadan elini mum ateşinde yakıp duruyor. Kız oğlana neden elini yakıp durduğunu sorduğunda oğlan ona şeytanın durmadan kalbine onun namusunu vahşice almasını fısıldadığını söylüyor. Mum ateşinde elini yakarak nefsine ders veriyormuş. "Daha mum ateşine dayanamazken cehennem ateşine nasıl dayanacaksın?" diyormuş nefsine. Sonra da bu ikisi evleniyorlar.

Kısaca buram buram yobazlık akan bir manga. Oğlan o kadar azmışki kıza ibadethanede tecavüz etmeyi düşünüyor. Hem de bunu o kadar çok arzuluyorki kendini zapt etmekte güçlük çekiyor. Bu yüzden düşüncesini zinadan cehennem azabına çekebilmek için kendine zarar veriyor. Kız ise bunu söyleyen bir erkeğe aşık oluyor ve evlenmek istiyor. Benim anladığım bu.

Şimdi gelelim "Yobaz" kelimesinin anlamına. "sf. 1. Dinde bağnazlığı aşırılığa vardıran, başkalarına baskı yapmaya yönelen (kimse): “Bu memleketi de dört buçuk yobaza bırakamayız.” -A. Gündüz. 2. mec. Bir düşünceye, bir inanca aşırı ölçüde bağlı olan (kimse). 3. hlk. Kaba saba, inceliksiz (kimse). Güncel Türkçe Sözlük" (TDK)

Oğlanın kızı tecavüz etmesini kendini tutmakta zorluk çekecek kadar istemesini bir yana bırakıyorum. Cehennem azabını düşünmek için elini yakması yobazlığının göstergesi değil mi? Kendilerini çarmığa geren, kırbaçlayan Filipinli Katolik yobazlardan ne farkı var? İkisi de dinde aşırıya kaçıyor. Yani ikisi de yobaz. Ayrıca Malezya hakkında en son okuduğum haber; Yatılı Kur'an kursunda hocanın bir öğrenciyi döve döve komaya soktuğuydu. Bir sürü öğrencide de ağır darp izleri varmış. Tabii Türkiye'deki gibi ne hocayı tutuklamışlar ne de Kur'an kursundan bir yetkiliyi. Kızın kendisine tecavüz etmeyi düşündüğünü dile getirdiği bir kişi ile evlenmeyi düşünmesi ise akıl alacak şey değil. Ama çizer bu durumdan çıkarılacak ibretlik bir ders olduğunu düşünüyor. Ve okuyucuya bu yobaz düşünceleri aşılamayı amaç ediniyor.

Kendimi tutamayarak Manga-Tr'de şu yorumu yazdım:
Biri kıza tecavüz etme düşüncesini aklından atmak için kendine zarar veriyor, diğeri kendisine tecavüz etmeyi düşündüğünü söyleyen erkekle evlenmek istiyor. Ama yaptıkları işi dine dayandırdıkları için ortada hiç bir sorun yok. Hatta ibret alınacak bir ders var. (Bunu çizen Malezyalı bayanın düşünceleri bu tabiiki)

Ben de yobazların yaşadığı bu kafayı yaşamak istiyorum. Bally, tiner, hap, çakmak gazı, hacı yağla yağlanmış bonzai, zemzeme yatırılmış esrar hangisiyle bu kafaya ulaşırım? Tecrübeli yobaz arkadaşlar bir yardım edin Allah rızası için. Çok zor durumdayım. Toplumun %80'i yobaz, ben kafamdaki seküler düşüncelerle daha fazla bu toplumda yaşayabileceğimi sanmıyorum.

Tabii hemen bir yobaz atladı. Saygısızmışım, cahilmişim, tecavüzü destekliyormuşum, dindar insanlara hakaret ediyormuşum falan filan.

Yobaza yobaz demek ne zaman suç oldu?

19 Mart 2017 Pazar

Yunanistan Bizim Adalarımızı İşgal Etti İddiası

İlk başta inanmamıştım. Her gün çıkan spekülatif haberlerden sandım. Çünkü bize hiç Kardak harici bir sınır krizinden bahsedilmemişti. Biraz araştırınca Wikipedia'da, Google Maps'de bu adalar tam bir Yunan adası olmuş. İsimleri Yunanca, Yunan adalarından bu adalara feribot seferleri var, kiliseler ve askeri üsler var. Bu yüzden asılsız olduğunu sandım haberin. Ama iddiayı ortaya atan emekli albay Cumhurbaşkanı'nı, hükümeti, İzmir, Aydın ve Muğla valilerini vatan toprağını yabancılara bırakmakla yani vatana ihanet ile suçluyor. Ama karşı taraftan doğru düzgün bir cevap gelmiyor. Hatta MHP'li ve CHP'li millet vekilleri araştırma komisyonu kurulması için elinden geleni yaparken AKP'liler de araştırılmaması için elinden geleni yapıyor.

Bir ülkeyi oluşturan 2 şey vardır: 1- Vatan toprağı, 2- Ulus (ülkenin vatandaşları). Bu ikisinden de hiç bir şekilde taviz verilemez. Hani Mete Han ile ilgili bir hikaye anlatılır; Düşman Mete Han'ın atını, avradını ve silahını isterler. Bizim için kutsal olmasına rağmen kendisinin olan şeyler için bütün Türkleri savaşa sürüklememek için 3'ünü de düşmana verir Mete Han. Ama düşman şımarıp ot bile bitmeyen çöllük bir araziyi ister. İşte o an Mete Han: "Ey gün görmüş ihtiyarlar! Şimdiye kadar düşman tarafından istenen şeyler nefsime aitti. Şimdi istedikleri toprak parçası ise milletimize aittir ve vatanımızın bir parçasıdır. Söyler misiniz, kimin malını kime veriyoruz? Artık savaş kaçınılmaz olmuştur. Herkes bunu böylece bilsin ve hazırlığını yapsın!" demiş. Hükümetten birinin çıkıp, Tansu Çillerin 1996'da Kardak Krizi sırasında dediği gibi "Bizde toprak verilmez. Bizde tek çakıl taşı verilmez. Bizde can verilir ama tek bir çakıl taşı verilmez. O zaman tek bir yol var. O bayrak inecek! O asker gidecek!" demesi beklenirken durmadan üzerini örtmeye çalışıyorlar.

İstediğim tek bir şey var. Hükümetin bu adaların hukuki durumunu araştırmaya destek vermesi. Vermiyorsa araştırmak isteyenleri engellememesi. Ve doğru düzgün bir açıklama yapmaları.


Bundan sonra da AKP'liler ve onların atadığı vali ve savcıların kurumadığı vatanımın topraklarını kurumak için bazı çalışmalar içerisine girişeceğim. Örneğin kesinlikle Türkiye'nin olan başka adaları da Yunanistan'a bırakmamaları için bu adaların tanıtımını yapacağım. Nasıl Güney Kore'nin Mara adasını tanıtmışsam oraları da bir bir tanıtacağım. Hükümete yönetilen vatan toprağını Yunanistan'a bırakma iddialarını toplayacağım. Ve onların yapmadığı şeyi yaparak aksi tez yürütmeye çalışacağım. Ulaşabildiğim anlaşmalardaki konuyla ilgili maddeleri yayınlayacağım. Kamuoyunu bilinçlendirmek için bu konudaki haber, makale, video vb. şeyleri toplayarak paylaşacağım. Ve ben de kendim bu makale gibi makaleler yazacağım.

2 Mart 2017 Perşembe

Dünyanın Merkezi Çorum

Dünyanın merkezi Çorum'muş. Yok heri, daha neler. Belediye başkanı ve şehrin önde gelenleri, kodomanları vb.  "Dünya'nın merkezi Çorum" diyerek Çorum'un tanıtımını, reklamını yaptıklarını düşünüyor. Ama Çorum'un itibarını daha da düşürüyorlar. Zaten öncesinde de nedensiz yere düşük bir itibara sahipti. Çorumluyum diyince gülmeye başlıyor bazıları. Salak mısınız, mal mısınız? "Senin yaptığını Çorumlu yapmaz" dedikten sonra gülmeye başlayanlar da var. "Selamun aleyküm Bilal Emmi" diyenler yine biraz daha mantıklı yaklaşanlar. Bir de "Alevi misin sen? Sizin orada çok alevi var." filan diyerek mezhep çatışmasına bağlayanlar var. En nefret ettiklerim de "Çorum'un hangi köyündensin?" diye soranlar. Adamın veya kadının ömründe Çorum'a yolu bir kere ya düşmüş, ya düşmemiş; Benim köyümün neresi olduğunu merak ediyor. Söylediğimde akraba çıkacağız sanki. Ben bile Çorumlu olmayan aynı zamanda uzun süre muhabbetimiz olmamış birine köyünü sormuyorum. Durum böyleyken yine dalga konusu olabilecek bir şey ortaya çıktı.


Dünyanın merkezi çekirdeğidir. Bunu bile akıl edemiyor musunuz? Şimdi bazı cahiller Çorum dünyanın şu merkeziymiş, bu merkeziymiş filan diyecek. Bilader sen enerjini, bana saçma sapan adamlardan duyduğun saçma sapan düşüncelerini kanıtlamaya uğraşacağına Google'da biraz araştırma yapmak için harca. "Dünyanın merkezi Çorum" saçmalığı nasıl ortaya çıkmış öğren. Bir deli kuyuya bir taş atmış kırk akıllı çıkaramamış durumu var ortada. Adamın teki Google haritalarda Çorum'u dünyanın merkezi olarak işaretliyor. Sonra bu olay internette yayılınca da nedir, ne değildir araştırmadan bir çok cahil Çorumlu konuya sazan gibi atlıyor. Üstelik Saat Kule'sinin dibinde ve AHL parkın girişinde de "Dünyanın merkezi Çorum" yazısı var. Bu yazılar dünyanın her tarafındaki fotoğraf çektirilmek için dizayn edilmiş büyük platform tarzı yazılardan. Yav sizin amacınız ne? Çorumu tanıtmak için kaş yapalım derken göz çıkarıyorsunuz. Elalemin diline sakız olsun diye Çorum ile dalga geçmeleri için bir tane daha dalga geçme konusu vermenin manası ne? Ben bunları söyleyince yakınımdakilere; olsun kimse farkında değil diyip geçiştiriyorlar. Olmasın! Ben bu saçmalığa sessiz kalamam. ÇORUM DÜNYANIN MERKEZİ DEĞİLDİR.

11 Haziran 2016 Cumartesi

Belediyelerin Yasa Dışı Otopark Ücreti Uygulaması

Neredeyse her şehirde belediyeler şehrin en işlek bir kaç caddesinde yol kenarına park eden arabalardan otopark ücreti alır. Benim ve çok yakın çevremin arabası olmadığından bu olay hakkında fazla düşünmemiştim açıkçası. Ama bir arkadaşım bana bu uygulamanın yasa dışı olduğunu ve bu otopark ücretini vermek zorunda olmadığımızı söylemişti. Neyse bu gün gördüğüm bir haber sayesinde bu olayı uzun uzadıya inceleme fırsatım oldu.
Çorum'da CHP merkez ilçe başkanı bir kaç kere bu sözde otoparkçılarla "ücret ödemeyeceğim" diye tartışmış. Ve bu mücadelesini dahada büyüterek yerel basına duyurmuş. Sonrasında ise bu otoparkçılar CHP'li başkana saldırmış ve darp etmiş. Olay sonrası saldırganlar anında serbest kalmış. Ve belediye aceleyle bu otopark uygulamasını durdurmuş. Arabam olmadığı için kaldırılmasının hiç bir işime yaramayacak olmasına rağmen ve CHP'li olmama rağmen, CHP Çorum Merkez ilçe başkanına sadece bir şehirde bile olsa ülkemizdeki bir saçmalığın kaldırılmasına vesile olduğu için teşekkür ediyorum.

Olaylar böyle güzel gelişirken birileri yine boş durmuyor. Otoparkçılar belediyenin önünde basın toplantısı yapmış. Bu haberi ve nasıl kamuoyuna servis edildiğini okuyunca gözlerime inanamadım. Sanki belediyenin otopark uygulaması ve parayı toplayanlar haklıyken mağdur edilmiş gibi servis edilmiş. Çorum, bu uygulamanın Türkiye'de yıkılmasında ilk basamak olabilir diye düşünürken yıllardır bu kişilere paralarını kaptıran cahillerin "biz veriyoruz o da versin parasını" gibi yorumlarda bulunduğunu gördüm. (Burada caddeye park ettiği için para veren herkese cahil demiyorum. Yanlış anlaşılmasın. Her kes hukukçu değil ki neyin yasal neyin yasa dışı olduğunu bilsin. Ama olay gündeme gelip neyin ne olduğu bilindikten ve seninde o haberi okumuş olmana rağmen o haberin altına böyle bir şey yazıyorsan hem cahil hem de salaksın. Lütfen alınmayın gerçek bu.) Açıkçası sözde otoparkçılardan daha çok bu zihniyette bir sürü kişinin olması beni üzdü. Ve bu zihniyet daha doğrusu zihniyetsizlik halkımızın üzerinden kalkmadıkça bu ülke yaşanmayacak bir yer olarak kalmaya mahkum. Ayrıca olay ulusal medyaya daha vahim bir şekilde aktarılmış. CHP merkez ilçe başkanının otoparka gidip oto parkçılarla kavga ettiği anlamına gelen cümlelerle anlatılmaya çalışılmış olay. Halbuki burada otoparktan kasıt cadde, sokak. Unutmadan sözde otoparkçıların bir de CHP'li ilçe başkanına mübarek günde sarhoştu demesi yok mu. "Tek kitaplı insandan korkarım" diye boşuna söylememiş düşünürün biri. AKP ve ondan faydalananların en büyük silahı din. Köşeye sıkıştıkları her zaman dini bir silah olarak kullanıyorlar. Burada da mübarek günde sarhoştu kavga çıkardı demeleri de bu yüzden. Adam toplantısından çıktıktan sonra yaşanmış olay. Ya toplantı yerine alem yaptı CHP'liler ya da ilçe bakanı toplantıya katılmadı. İkisi de kolaylıkla polis tarafından kontrol edilebilirdi ve olay kapanmaz devam ederdi. Siz niye CHP ilçe başkanının içkili olduğunu polise söylemediniz de salındıktan sonra Muzaffer sizi kapı dışarı ettiğinde böyle saçma bir şey ortaya atıyorsunuz. Nedeni bu kişilerin geçmişlerinin hiç sağlam olmaması ve o zaman haksız olduklarından sadece salınmayı düşündükleri. Nasıl olsa bu adam CHP'li bunu takan olmaz. Biz işimize devam ederiz diye düşünmüşlerdir. AKP'lilerin de hoşuna gidiyor tabi ateş olmayan yerden duman çıkmaz deyip bak adam ramazan ayında içki içip sağa sola sataşmış diye yayacaklar.

Gelelim enine boyuna belediyelerin otopark uygulamasına. Caddeye park eden bir arabadan ücret almak ne fayda sağlar. En önemli faydası o para hiç bi iş yapmamalarına rağmen bir sürü kişinin cebine girer. Türkiye'nin ana sorunlarından biri üretimin azlığıdır. Yani o sözde otoparkçılar sokakta gezip para toplayacağına gidip bir fabrikada veya dükkanda çalışsa emek verdikleri bir şey için para alacaklar ve halk da onların emeklerinin karşılığında ortaya çıkan hizmet veya maldan yararlanacak. Ama önceki durumda sözde otoparkçılık yapmanın halka tek bir faydası var o da işlek yerlerdeki caddelerin yakınlarındaki iş yerlerinde çalışanların veya iş yeri sahiplerinin arabalarıyla dolup taşmıyor caddeler. Bunun suçlusu ise esnaf ve çalışanlar değil ki. Beleş ve iş yerine yakın yere tabi park eder adam. Bunu önlemek için park yasağı getirilip otopark girişimlerine destek verilmeli. Ayrıca belediye geniş otoparklar yapıp oradan para toplasa yani bildiğiniz ticaret yapsa kimse bir şey demeyecek. Bizim vergilerimizden pay al, bir de kamu malından resmen kira al ne ala memleket.

Elimden geldiğince burada siyasete girmemeye çalışıyorum. Ama bütün ülke için önemli olabilecek bu olayı kendi yorumlarımı da katarak sizlerle paylaşmak istedim. Eğer hoşunuza gitmediyse affola. Halkın hakkını savunanlara halkın sırtını dönmediği ve kendilerini sömürenleri desteklemediği bir ülkede yaşamak dileğiyle.

13 Nisan 2016 Çarşamba

Japonlar Bizden Daha Kötü Durumdayken Nasıl Bu Hale Geldi? Part 1: 2. Dünya Savaşı

"Japonlar ve Almanlar Bizden Daha Kötü Durumdayken Nasıl Bu Hale Geldi?" Milletimizin çok sorduğu ama cevabını hiç bir zaman tam olarak bulamadığı bir sorudur. Biz bütün sorunu siyasilere yıkıyoruz buraya kadar çok da haksız değiliz. Tek atladığımız konu siyasiler kadar halkında günümüzdeki geri kalmış halimizde payı var. Çünkü iş sadece yönetenlerde bitmiyor biz adam gibi adam olsaydık şimdiye kadar bizi yöneten kişiler de adam gibi adam olurdu. Olmasa bile halkın zoruyla hizaya girmek zorunda kalırlardı. Ama ülkemizde tek partili dönemde adı üzerinde tek bir parti diğer görüşleri dinlemeden tek başına yönetti. Sonrasında ise seçimlerde oy alabilmek için cahil halkın istekleri çerçevesinde insanlığın binlerce yıllık bilgi birikimiyle elde ettiği olgulara, evrensel değerlere ters icraatlarda bulunan yöneticilerimiz oldu. Yani ilk çok partili seçimin yapıldığı 1946 yılından bu yana ülke halkın cahil çoğunluğunun istediği şekilde yönetildi bir nevi.

Ama ben başlıktaki sorunun cevabını sadece ülkemizin geçmiş ve şimdiki politikacılarını eleştirmek yerine kültürüyle çok haşır neşir olduğum Japonya ve Tayvan ile ülkemizin tarihlerini, uyguladıkları politikaları, ekonomik ve kültürel farklılıklarını ortaya sererek anlatmak istiyorum. Japonya 2.Dünya Savaşı öncesi ve savaş sırasında teknolojik, ekonomik, kültürel olarak çok gelişmiş bir ülke değildi. Bu son cümleye bazı cahiller karşı çıkabilir bu yüzden bu cümleyi açacağım. Eğer iki dünya savaşı arasını konu alan Japon yapımı film, dizi, anime, manga veya romanları okursanız Japonların batıya hayranlıkla baktıklarını görürsünüz. Japonların sömürgeleri, fabrikaları, demir yolları, savaş gemileri, uçakları oldukça çoktu ama İngiltere, Fransa, ABD, Almanya, Sovyetler gibi ülkelerle kıyaslanamayacak kadar azdı ve teknolojik olarak bu ülkelerin gerisinden geliyorlardı. 2. Dünya savaşında inanılmaz bir şekilde bütün dünyaya kafa tutmalarını sağlayan şey yıllardır bütün uzak doğuyu işgal etme gayesiyle top yekün hazırlanmalarıydı. Orta okul ve lise öğrencilerine derste atış talimleri yaptırılıyormuş o derece bir seferberlikle savaşa girmişler. Savaş sırasında ise ilk başta ani baskınlarla Amerikan ve İngiliz donanmalarını saf dışı bırakmalarının etkisiyle pasifik adalarından Hindistan'a, Sahalin Adası'ndan Mercan Adaları'na kadar olan oldukça büyük bir bölgeyi ele geçirmeyi başarabilmişler.


Ama Japon İmparatorluğunun dünyanın gelmiş geçmiş en büyük yüz ölçümüne sahip ilk 10 ülkesi arasına sokan bu büyük toprakları, sadece bir kaç sene ellerinde tuta bilmişler. Havai'de yok ettikleri Amerikan donanması ve Avustralya donanması güney pasifikte ilk başta hızlarını yavaşlatmış sonra ise Japonları geri çekilmek zorunda bırakmış. Japonlar savaşın yönünün düşmandan yana döndüğünü görünce hemen hücum konumundaki ordularını savunma konumuna getirmiş hatta işgal ettikleri bazı topraklardan çok fazla asker kaybetmeyi göze alamayıp geri çekilmişler. Savaş Avrupa'da son hız sürerken pasifik cephesine önem verilmemesini fırsat bilen Japonlar mevcut topraklarını Müttefikler Normandiya çıkartmasını yapıp büyük ilerleme kaydederek rahatlayana kadar korumayı başarmış. Amaç tabiki de Almanya yenildikten sonra yapılacak barış görüşmelerinde bu toprakların çoğunu koparmaya çalışmak. Ama Amerika pasifik cephesine daha çok asker ve filo göndermeye başlayınca geri kalmış Japon teknolojisi ve ekonomisi dayanamayarak Filipinler, Yeni Gine ve Guam gibi bazı pasifik adalarından geri çekilmeye başlamış. Ama bizim atalarımız Çanakkale başta olmak üzere bir sürü cephede nasıl düşmanla ölümümüz pahasına savaşmışsak Japonlarda "Ölün ama geri çekilmeyin" tarzı emirlerle ve milliyetçi propagandaların etkisiyle savaştırıldığı için Amerika bir sürü askerini ve zamanını kaybetmesine rağmen biraz önce adlarını saydığım bölgeleri bile tam olarak ele geçirememiş.

Her şey Japonların istediği gibi giderken batıda Almanya'nın yenileceği tamamen kesinleşmiş. Bunun üzerine Amerika, Sovyetler ve İngiltere birleşerek plan yapmaya başlamışlar. Güneyden yaptıkları saldırılarla veya Çinlileri destekleyerek Japonları anca yıprattıklarını bu şekilde savaşın onlarca yıl sürebileceğini direk Japonya'yı vurmaları gerektiğini kararlaştırmışlar. Bu yüzden Japonya'yı işgal için bir sürü plan yapmışlar. Bu planlardan uygunlanmak istenen ilki Sovyetlerin Mançurya ve Kore'yi, Amerikanın Ryukyu Adalarını alması bu sayede Japonya'nın sömürgeleriyle iletişiminin kesilmesi ve aldıkları yerleri Japonya'yı güneyden işgal etmek için üs olarak kullanmaktı. Ama Sovyetler Marçurya'da ilerleme kaydedemedi. Amerika Okinawa'ya çıktı ama kamikazeler sayesinde çok büyük kayıplar verdi. Bu yüzden Amerikalılar başka bir stratejiyi daha devreye koymaya karar verdi. Bu plan şu an Ogasawara'ya bağlı olan Okyanusya kıtasındaki şu an da Japonya'ya bağlı olan adaları alarak bu adaları kullanarak Japon şehirlerini bombardımana tutup Japonya'ların ana adalarında cephe açmak bu sayede Japonların gücünü azaltmak ve Japonya işgaline hazırlık yapmak. Bu plan müttefiklerin Pasifik cephesinde başarılı olan tek planı. Hatta bu sayede Japonya savaşı kaybediyor. Zaten bir çok cephede savaşan Japonlar ana vatanlarının bombalanması karşısında çaresiz kalmış. Tokyo'da dahil olmak üzere bir çok şehirleri defalarca bombalanmış ve on binlerce Japon hayatını kaybetmiş. Artık Japonlar gök yüzünde uçan bombardıman uçaklarına alışmaya başladığı bir anda atılan atom bombaları savaşa son noktayı koymuş. Koca Japon İmparatorluğu 2 bomba sayesinde şu anki Japonya'dan da daha küçük hale gelmiş ve Amerika, Sovyetler, İngiltere, Çin Cumhuriyeti (Tayvan) tarafından işgal edilmiş.


Konuyla alakasız olan 2. Dünya savaşını anlatmamın tek bir nedeni var. Bilgisi kıt olanlar Japonya'yı o kadar çok abartıyorlarki sanırsınız Amerika atom bombası atmasa savaşı Japonya kazanacaktı. Müttefikler Japonya'yı kesinlikle yeneceklerini biliyordu. Ama Japonların yenilmesi çok fazla zaman alacağı ve müttefiklerin savaşın ülkelerindeki etkilerini bir an önce gidermek istemeleri (Birde 6 yıldır savaşmaktan yorulmaları) yüzünden Amerika Japonya'ya atom bombası attı. Japonya için en iyi senaryo barış anlaşması imzalayarak işgal ettikleri bazı toprakları kurtarmaktı. Pasifik cephesinde Japon üstünlüğü 2-3 yıl sürmüştür. Savaşın son 2 yılında ise Japonya Amerikan donanmasının ilerlemesini durduramayıp kamikaze saldırılarına başvurmuştur. O kadar çok kamikaze saldırısı yapmışlardırki en sonunda pilot bulmakta sıkıntı çekince Almanların geliştirdiği kusurlu füzeleri modifiye ederek kontrol etmesi kolay uçak füze arası bir şeye dönüştürerek bu sorunu bir nebze çözmüşlerdir.

Sonuç olarak Japonya'da bizim gibi bir dünya savaşından yenik çıkmış, işgale uğramıştır. Savaşın etkileri yenik taraf olan Japonya ve Türkiye'de uzun süre gitmemiş, iki ülkede genç erkek neslini kaybetmiştir. Savaş öncesi dünyanın en güçlü ülkeleri arasında gösterilirken iki ülke de savaş sonrası yıllarca yoksulluk çekmiştir. Ama Japonya'nın yaşam standartları Avrupa Birliği ortalamasının üstünde iken biz hala gelişmekte olan bir ülkeyiz. Bunun nedeni sorgulamaya bir sonraki yazılarda devam edeceğim.

Ek:
Tayvan'ın tarihine de kısa olarak göz atmakta fayda var. Çünkü Japonya'yı incelerken Tayvan'dan da örnekler vermeyi düşünüyorum. Tayvan olarak bildiğimiz ülke asıl adı Çin Cumhuriyetidir. 1949 yılında Çin iç savaşını komünistlerin kazanması sonucu milliyetçi Çinlilerin bir kısmı Tayvan adasına gelerek Çin Cumhuriyeti'nin varlığını bu adada sürdürmüştür. Uzun süre Çin ile sıcak ve soğuk çatışmalara girmiştir. İlk başlarda batı blogu Tayvan'ı Çin'in ana vatanının hakimi olarak tanımış ve desteklemiş ama Çin Halk Cumhuriyeti Birleşmiş Milletlere katılınca Tavyan çıkarılmış ve bir çok ülke tanımaktan vaz geçmiştir. Şu an K.K.T.C. gibi az sayıdaki ülkenin tanıdığı defakto bir ülkedir. Buna rağmen Türkiye'nin ihracatının 2 katı kadar ihracatı vardır. Üstelik bizim aksimize cari açıkları yoktur cari fazlaları vardır. Yaşam standartları Japonya ile yarışmaktadır. Eğitim alanında dünyanın en başarılı ülkelerinden başında gelir. 22 milyon nüfusuna rağmen dünyaca ünlü bir sürü elektronik markası çıkarmıştır. Halbuki 1949 yılında Tayvan'ın asıl sakinleri biz burada açlıktan ölüyoruz ana kıtadan gelen 1 milyon kişi daha bize eklenirse halimiz ne olur diye isyan ediyorlardı.