28 Kasım 2017 Salı
Bok Böceği Karikatürü
İtin duası kabul olsa gökten kemik yağardı derler. İtin duası kabul olmaz. Ama bok böceğinin duasının kabul olma olasılığı çok yüksek. O yüzden her an kafanızın üzerine dikkat ederek yürüyün! :)
Bu da taratıp çizgilerin renklerini koyulttuktan sonraki hali:
Kuyruğu çok kötü olmuş :(
6 Kasım 2017 Pazartesi
Geçmişimden Bir Hikaye: Küçük Botanik Bahçem
Henüz on yaşlarında filandım. Apartmanın etrafındaki toprakların bir kısmı apartmandaki daire sayısına bölünerek apartman sakinlerine bölüştürülmüştü. Ben de annemden ve babamdan bize düşün kısımdan küçük bir parçayı sadece kendi özel kullanımım için istedim. Şaşılacak bir şekilde bana istediğim toprağı verdiler. Ben ne istersem isteyeyim hep karşı çıkarlar izin vermezdi annem.
Ne tohumum ne de fidanım vardı. Apartmanın çevresinde veya yakınlardaki boş arazilerde kendiliğinden bitmiş bitkileri toplayarak bu 2 metrekareden az toprağı adete minyatür bir botanik baheçesine dönüştürdüm. İlk olarak marul ektiğimi hatırlıyorum. Marul ot gibi doğada kendiliğinden biten bir bitki değil. Muhtemelen önceden biri bizim apartmanın bahçesine veya yan apartmanın bahçesine dikmişti. Tohumlarını da rüzgar benim bulabileceğim bir yere taşımış olmalı. Ben de bu marulları kökleriyle sökerek kendi bahçeme diktim. Kaç tane olduğunu hatırlamıyorum. Ama fazla değildi. Sadece bir kaç taneydi.
İkinci diktiğim bitki karabaklaydı. Onu da başka bir yerde kendiliğinden bitmiş olarak bulup kendi bahçeme taşıdım. Uzun süre çilek olduğunu sanıp ne hayaller kurmuştum... Ama büyüdükçe çilek değil karabakla olduğu anlaşıldı. Çimlendikten kısa süre sonrasında yaprakları çileğe acayip benziyordu.
Bahçenin toprağı tarıma müsait bir toprak değildi. Kireçli bir toprağı vardı. Biraz eşeleyince hemen kremsi pembemsi ve beyaz kireç taşlarıyla karşılaşıyordum. Soğan, marul benzeri bitkiler yetişiyordu bu toprakta ama yetişen hiç bir bitkiden tam anlamıyla verim alınamıyordu. Ve ekilen çoğu tohum toprak yüzünden çimlenmiyordu bile. Bu toprağı tarıma uygun hale getirmek için doğal gübre kullandım. Bahçe ile ilk ilgilenmeye başladığım zamanlar daha kene çıkmamıştı. Çorum'un çevresinde yoğun olarak koyun ve inek otlatılıyordu. Bu da gübre halk dilinde kemireye oldukça yakın olduğum anlamına geliyor. Bazı arkadaşlarım gördüğünde alay ediyordu hayvan boku topluyor diye. Ama ben bu şekilde toprağın verimi önemli ölçüde artırdım. Ama kene ve kırım-kongo kanamalı ateşli hastalığı çıkınca Çorum ve çevresinde hayvan otlatmak yasaklandı. Bu yüzden gübre bulamadım. Bitkisel gübre kullanmayı denedim. Bitkisel gübre olarak kullanılabilecek bir tek yonca bitkisini buldum. Ben de onu kullandım. Yapraklarını elimle küçük parçalara arıyarak toprağın altına gömdüm. Ama neredeyse hiç bir etki gözlemleyemedim.
Sonrasında ne ektiğimin sırasını tam hatırlamıyorum. Ama ektiğim şeyleri çok net hatırlıyorum. Tabii ektiğim her şey toprakta kendiliğinden bitmiş şeyler değildi. Evden götürüp diktiğim şeylerde vardı. Mesela annemin ayıkladığı yaş nanelerin saplarını götürüp dikmiştim. Ne için aldığımızı hatırlamıyorum ama bir kere soya fasülyesi almıştık. Ben de 10 tane soya fasülyesini bahçeme diktim. 5 Tanesi bitti. Verdikleri meyve yani soya fasülyeleri o kadar küçüktüki sonraki sene ektiğimde çimlenmedi. Arkadaşımgilin bahçesinden bir tane çilek alıp dikmiştim. Sonrasında o çilek o kadar çok sürgün verdiki ayrık otu gibi bütün bahçeyi kapladı. Hatta babamgil bazılarını alıp başka bir yere dikmişler ve geri kalanları yolmuşlar. Yine de gözden kaçırdıkları bir kaç tane çilek hala sürgünleriyle yayılmaya devam ediyor. Bir kere annem bezelye ayıklarken çimlenmiş bezelyeler çıktı. Görünce hemen aldım ve bahçeye diktim. Bu bezelyeler sadece bir karış kadar uzadı. Sadece bir bezelye meyve verdi. Onu da tohum olarak kullandım. Sonraki yıl bezelyeler meyve vermedi.
Bahçemdeki bitkilerden benim için en önemli olanlar meyve ağaçlarıydı. Bunları da fidandan dikmedim. Meyveleri yiyip çekirdeklerini dışarıya atıyoruz ya işte o çekirdeklerden bazıları çimleniyor. Ben de her bahar bu çimlenen meyve çekirdeklerinin peşine düştüm. Bulduğum çimlenmiş çekirdekleri kökleri ile ve toprağı ile birlikte alıp kendi bahçeme diktim. Bazılarının boyları bir iki santim bazılarının boyları ise 10 - 15 santimetreydi. Yetiştirdiğim meyveler; Elma, erik ve ayva. Bir çok farklı meyve bulup ektim ama kurudular hep. Bu meyvelerden bir tane elma ve bir tane de erik var şu an. Yıllar boyunca hiç bir ilgi göstermememe rağmen hala her sene meyvelerinden istifade ediyorum. Diğer meyveleri babam söküp başka bir yere dikmiş ama hepsi de kurumuş. (O zaman Çorum'da değildim.)
Bu anlattıklarım dışında; yer elması, maydanoz, tere, sarımsak, kavun, karpuz, kasımpatı (çiçek), yulaf (tahıl), soğan, fasülye'de yetiştirdim. Hepsini aynı anda yetiştirmedim. Ama en çok çeşit olduğu zamanlar gözlerimin önüne geliyor: Çok güzeldi ve ilgilenmesi çok eğlenceliydi. Onlarca farklı bitkinin büyümesine tanıklık etmek muhteşemdi. Bu yüzden çocukluğuma dair unutamayacağım şeylerin başında bu küçük bahçe geliyor. Ve şu an bana tarım ile ilgilenmek o kadar uzak geliyor ki... Muhtemelen içimden, ruhumdan bir şeyleri kaybettim. Sanırım biraz farkındayım: Şu an eskisine göre daha az azimliyim, daha az cesaretliyim ve daha az çalışkanım. Ama o çocukkenki gibi o umutlu, cesaretli, azimli, çalışkan kişi tekrar olabilmemin yolu ne bilmiyorum.
Belki bir gün bu yazıya bahçenin şimdiki halini çekip eklerim.
4 Kasım 2017 Cumartesi
Web Tasarımı ve Kodlama Bölümü
Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi, örgün öğretimde üniversite okuyan öğrencilere ve üniversite mezunlarına İkinci Üniversite isminde çok güzel bir olanak sunuyor. Ben de bu fırsatı daha fazla kaçırmayıp Web Tasarımı ve Kodlama bölümüne kayıt oldum bu sene.
Bu bölümün adı çoğu kişiyi cezbediyor. Nasıl cezbetmesin ki? Bölümün isminde kodlama var bir kere. Biraz araştırdığında ise bilgisayar mühendisliği ve yazılım mühendisliğine dikey geçiş imkanının olduğunu öğrenip daha da gaza geliyorlar. Ama sonra derslere bir bakıyorlarki derslerin neredeyse hepsi bekledikleri gibi değil. İşin sadece felsefesi öğretiliyor.
Ben zaten bu işlerle ilgileniyorum, elimin altında diploma olsu diye düşünenler var. Şahsen ben bu işlerle çok fazla ilgilenmiyorum. Ama konuya fransız da değilim. Kendimi bu iki sene boyıunca yetiştirmeyi planlıyorum.
Dikey Geçiş Sınavı ile Bilgisayar veya Yazılım Mühendisliği'ne geçmek iseyenler var. Dikey Geçiş Sınavı'ndan Bilgisayar Mühendisliğine geçiş yapabilecek puanı kolaylıkla alacağımı düşünüyorum. Ama örgün öğretimde okumayı düşünmüyorum. Belki bitirdikten sonra uzaktan eğitim Bilgisayar Mühendisliği düşünebilirim.
Bu bölüme kayıt olanlar KPSS konusunda da endişelilerdir muhtemelen. KPSS tam bana göre bir sınav. Ortaöğretim ve Önlisans KPSS sınavlarının kolay olduğunu da göz önüne alırsak benim için bu bölümün Önlisans KPSS'ye girmemi sağlayacak olması bile iyi bir durum. Büyük ihtimalle DHMİ Apron Memurluğu kadrolarını tercih ederim. Ama bu bölüme de kadro açılacağını düşünüyorum. Son KPSS tercihlerinde yani 2017/1'de bu bölüme en yakın bölüm olan Web Teknolojileri ve Programlama bölümüne 5 tane kadro açılmış. Bu kadrolardan bir tanesi mezuniyet şartının yanında bir sürü belge isterken 4'ün de hiç bir belge istenmiyor. Belge istemeyen kadrolar da 92.228 puan ile kapatmış. O puanla tekniker olmak hizmetli veya kaloriferci olmaktan kat kat iyidir.
Ama en önemli konu olan özel sektörde iş bulmak konusunda ben de kara kara düşünüyorum. Çünkü 2 sene boyunca bir kaç tane başarılı projeye imza atamazsam özel sektör kapısının bana kapanacağı açık. Ama benim bu konuda da farklı düşüncelerim var. AÖF mezun olduktan sonra diploma ile birlikte diploma eki yani Diploma Supplement de veriyor. Bu belge diplomayı dünya çapında geçerli kılıyor. Ben de Türkiye'de çalışmak yerine yurtdışında çalışmaktan yanayım. Bu tarz bölümler ve meslekler son 20, 25 senedir var. Ve Web Tasarımı ve Kodlama gibi genel değil de özel bir alanı kapsayan bölümler dünya genelinde çok az. Bu durumun beni öne çıkaracağını düşünüyorum. Zaten Türkiye genelinde bu bölüm sadece Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi'nde var.
1. Yarıyıldaki bütün derslerin bölüm ile lgisi ya yok ya da çok az. Yine de bu bölümü seçtiğim için pişman değilim. Artık sanayi toplumunda değil bilgi toplumunda yaşıyoruz. Bilgi toplumundaki en önemli meslekler ise yazılım üzerine meslekler. Web tasarımı ise her geçen gün önemini artırıyor. Klasik Türk düşünce yapısına sahipseniz bu işe ilk başlayanların işin kaymağını yiyip bitirdiğini düşünebilirsiniz. Bir Google, Facebook çıkartamayız. Ama bir yerlerden başlamak lazım. Çünkü her geçen gün IT sektöründeki başarı öyküleri giderek artıyor. Biz bunları dinlemekle mi yetineceğiz.
3 Kasım 2017 Cuma
Amelelik Anılarım
Ekim ayında bir akrabamın ayarladığı elektrikçilik işinde 3 hafta 1 gün çalıştım. Yaptığımız iş inşaatlarda dairelerin elektrik tesisatını döşemekti. Normalde böyle bir işle ilgilenmiyordum. Ama Eylül ve Ekim ayında canım çok sıkılıyordu. Bu yüzden boş duracağıma bari çalışayım mantığıyla çalıştım.
Benim gibi cılız biri için oldukça zor geçti bu 3 hafta. Yıllardan beri yattığım ve oturduğum yerde g.t büyütmekten başka bir şey yapmamış benim için ilk zamanlar çok zordu. Merdivene ve eşşeğe çıkarken korkuyordum. Tahtadan yapılmış merdiven ile bir alt kata inmek için dakikalar harcıyordum. Vücudumu dönderirken korkudan tir tir titriyordum. Pense ile kabloları keserken bile gücüm zor zar yetiyordu. Her gün bir çok kez vücudumun ağırlığının 1/3'ünden ağır yükleri taşıyordum.
Çoğu arkadaşım "Ne işin var işaatlarda?" "Çok az para alıyorsun." "Hemen çık o işten." dese de ben Ekim ayının sonuna kadar çalışmakta kararlıydım. Ama ekimin son haftası çıkan işlerim nedeniyle planladığım zamandan daha önce bırakmak zorunda kaldım.
Az ücret aldığım için çalışmam bana parasal yönden fazla bir katkısı olmadı. Ama iki önemli katkısı oldu: 1- Deneyim 2- Zamanın önemini anlamam.
Daha önce başka bir elektrikçide 2 ay kadar çalışmıştım. Ama genellikle dükkanda durup getir götür işleri yapmıştım. Yani bu kadar ağır değildi. Böyle ağır bir işte çalışmayı iyi bir deneyim olarak değerlendiriyorum ben. Hiç olmazsa inşaat ortamını görmüş oldum. Günde ortalama 11-12 saat çalışıyordum. İşe gelip giderken harcanan zamanı da hesaba katarsak 12-13 saat. Her gün akşam eve gelince banyo yapıyordum. Eve geç geldiğim için ablamgile yemeğe gitmek yerine kendim bir şeyler hazırlayıp yiyordum. Bana geriye sadece bir, iki saat kalıyordu. Bu nedenle zamanın önemini anladım. Neler yapabileceğimi. Zamanımı nasıl kendimi geliştirmek için harcayabileceğim üzerine sık sık kafa yordum.
Ayrıca bu 3 haftada az da olsa kas yaptım. Ellerim, özellikle de parmaklarım bir çok kez yaralansa da şimdi bir kaç yara hariç hepsi tamamen kapandı. Önceki halimden biraz daha atletik ve daha az korkağım şu an.
Benim gibi cılız biri için oldukça zor geçti bu 3 hafta. Yıllardan beri yattığım ve oturduğum yerde g.t büyütmekten başka bir şey yapmamış benim için ilk zamanlar çok zordu. Merdivene ve eşşeğe çıkarken korkuyordum. Tahtadan yapılmış merdiven ile bir alt kata inmek için dakikalar harcıyordum. Vücudumu dönderirken korkudan tir tir titriyordum. Pense ile kabloları keserken bile gücüm zor zar yetiyordu. Her gün bir çok kez vücudumun ağırlığının 1/3'ünden ağır yükleri taşıyordum.
Çoğu arkadaşım "Ne işin var işaatlarda?" "Çok az para alıyorsun." "Hemen çık o işten." dese de ben Ekim ayının sonuna kadar çalışmakta kararlıydım. Ama ekimin son haftası çıkan işlerim nedeniyle planladığım zamandan daha önce bırakmak zorunda kaldım.
Az ücret aldığım için çalışmam bana parasal yönden fazla bir katkısı olmadı. Ama iki önemli katkısı oldu: 1- Deneyim 2- Zamanın önemini anlamam.
Daha önce başka bir elektrikçide 2 ay kadar çalışmıştım. Ama genellikle dükkanda durup getir götür işleri yapmıştım. Yani bu kadar ağır değildi. Böyle ağır bir işte çalışmayı iyi bir deneyim olarak değerlendiriyorum ben. Hiç olmazsa inşaat ortamını görmüş oldum. Günde ortalama 11-12 saat çalışıyordum. İşe gelip giderken harcanan zamanı da hesaba katarsak 12-13 saat. Her gün akşam eve gelince banyo yapıyordum. Eve geç geldiğim için ablamgile yemeğe gitmek yerine kendim bir şeyler hazırlayıp yiyordum. Bana geriye sadece bir, iki saat kalıyordu. Bu nedenle zamanın önemini anladım. Neler yapabileceğimi. Zamanımı nasıl kendimi geliştirmek için harcayabileceğim üzerine sık sık kafa yordum.
Ayrıca bu 3 haftada az da olsa kas yaptım. Ellerim, özellikle de parmaklarım bir çok kez yaralansa da şimdi bir kaç yara hariç hepsi tamamen kapandı. Önceki halimden biraz daha atletik ve daha az korkağım şu an.
31 Ekim 2017 Salı
The Pious Student (Dindar Öğrenci) İsimli Yobaz Mangası
Manga-Tr'de birinin çevirmesi üzerine okuma şansım oldu bu mangayı. Bu manga seri mı yoksa oneshot mu bilmiyorum. Sadece ilk bölümünü okudum. Biraz araştırdığımda Malezyalı bir bayan tarafından çizilip Deviantart'ta yayınlanmış amatör bir çalışma olduğunu öğrendim.
Manganın Özeti: Bir kız, ayaklanma sırasında tecavüze uğramaktan korktuğu için bir mescide sığınıyor. Mescitte karşılaştığı bir erkek öğrenci durmadan elini mum ateşinde yakıp duruyor. Kız oğlana neden elini yakıp durduğunu sorduğunda oğlan ona şeytanın durmadan kalbine onun namusunu vahşice almasını fısıldadığını söylüyor. Mum ateşinde elini yakarak nefsine ders veriyormuş. "Daha mum ateşine dayanamazken cehennem ateşine nasıl dayanacaksın?" diyormuş nefsine. Sonra da bu ikisi evleniyorlar.
Kısaca buram buram yobazlık akan bir manga. Oğlan o kadar azmışki kıza ibadethanede tecavüz etmeyi düşünüyor. Hem de bunu o kadar çok arzuluyorki kendini zapt etmekte güçlük çekiyor. Bu yüzden düşüncesini zinadan cehennem azabına çekebilmek için kendine zarar veriyor. Kız ise bunu söyleyen bir erkeğe aşık oluyor ve evlenmek istiyor. Benim anladığım bu.
Şimdi gelelim "Yobaz" kelimesinin anlamına. "sf. 1. Dinde bağnazlığı aşırılığa vardıran, başkalarına baskı yapmaya yönelen (kimse): Bu memleketi de dört buçuk yobaza bırakamayız. -A. Gündüz. 2. mec. Bir düşünceye, bir inanca aşırı ölçüde bağlı olan (kimse). 3. hlk. Kaba saba, inceliksiz (kimse). Güncel Türkçe Sözlük" (TDK)
Oğlanın kızı tecavüz etmesini kendini tutmakta zorluk çekecek kadar istemesini bir yana bırakıyorum. Cehennem azabını düşünmek için elini yakması yobazlığının göstergesi değil mi? Kendilerini çarmığa geren, kırbaçlayan Filipinli Katolik yobazlardan ne farkı var? İkisi de dinde aşırıya kaçıyor. Yani ikisi de yobaz. Ayrıca Malezya hakkında en son okuduğum haber; Yatılı Kur'an kursunda hocanın bir öğrenciyi döve döve komaya soktuğuydu. Bir sürü öğrencide de ağır darp izleri varmış. Tabii Türkiye'deki gibi ne hocayı tutuklamışlar ne de Kur'an kursundan bir yetkiliyi. Kızın kendisine tecavüz etmeyi düşündüğünü dile getirdiği bir kişi ile evlenmeyi düşünmesi ise akıl alacak şey değil. Ama çizer bu durumdan çıkarılacak ibretlik bir ders olduğunu düşünüyor. Ve okuyucuya bu yobaz düşünceleri aşılamayı amaç ediniyor.
Kendimi tutamayarak Manga-Tr'de şu yorumu yazdım:
Biri kıza tecavüz etme düşüncesini aklından atmak için kendine zarar veriyor, diğeri kendisine tecavüz etmeyi düşündüğünü söyleyen erkekle evlenmek istiyor. Ama yaptıkları işi dine dayandırdıkları için ortada hiç bir sorun yok. Hatta ibret alınacak bir ders var. (Bunu çizen Malezyalı bayanın düşünceleri bu tabiiki)
Ben de yobazların yaşadığı bu kafayı yaşamak istiyorum. Bally, tiner, hap, çakmak gazı, hacı yağla yağlanmış bonzai, zemzeme yatırılmış esrar hangisiyle bu kafaya ulaşırım? Tecrübeli yobaz arkadaşlar bir yardım edin Allah rızası için. Çok zor durumdayım. Toplumun %80'i yobaz, ben kafamdaki seküler düşüncelerle daha fazla bu toplumda yaşayabileceğimi sanmıyorum.
Tabii hemen bir yobaz atladı. Saygısızmışım, cahilmişim, tecavüzü destekliyormuşum, dindar insanlara hakaret ediyormuşum falan filan.
Yobaza yobaz demek ne zaman suç oldu?
16 Temmuz 2017 Pazar
Bir Hevesle Alınan Gitar
Beş yıl önce izlediğim K-On! gibi müzik türündeki animeler ve bir anda çok fazla J-Rock (Japon Rock), J-Metal (Japon Metal) dinlemem sayesinde elektro gitar çalmaya heves ettim. Daha önce hiç bir müzik aletine ilgim yoktu. İlkokulda flüt bile çalamıyordum. Müzik ile ilgili neredeyse her şeyi karmaşık buluyordum. Ve müzik ile ilgili hiç bir şey bilmiyordum. Yine de bir hevesle bu isteğimi anneme ve babama söyledim. Beni azarlayıp hevesimin içine edeceklerine emindim. Ama hiç beklemediğim şekilde annem "Çocuğa istediği hiç bir şeyi almadık. Heves etmiş alalım bari." dedi.
Bir hafta boyunca şehirdeki neredeyse bütün müzik enstrümanı satan dükkanları gezdim. Ucuz gitarlar arasından kırmızı Cort G110'u beğendim. Gitar + amfi 400 liraydı o zamanlar. Şimdi alsan 900 lira filan tutar. Babamla birlikte gittik aldık.
İlk başta her şey çok güzeldi. Youtube'dan dersler izleyip her gün saatlerce gitarla çalışıyordum. Gitarı aldıktan iki hafta sonra basit şarkılar da çalmaya başladım. Ama nota değerleri, metronom ile çalma, akorlar, ritim gibi konuları tam olarak kavrayamadım. Biraz da dersleri savsakladım. Bu yüzden bir buçuk ay sonra gitardan soğudum.
Dananın kuyruğu ise Karabük'te koptu. Gitarı ve amfiyi Karabük'e götürdüm. O zamanlar yurtta kalıyordum. Ne zaman elime gitarı alıp çalışmaya kalksam arkadaşlarımdan biri gelip gitarı alıp oynamaya başlıyordu. Bu bir kaç hafta böyle devam etti. Ben de bu durumdan bıktığım için bir daha gitarı çıkarmamaya başladım. Bir kaç ay sonra arkadaşımın teki "O kadar para verip aldın gitarı, kendine yük edip getirdin buraya hiç çalmıyon." dedi. Ben de her elime aldığımda gitarı birinin çıkıp elimden aldığını söyledim. Alındılar.
Neyse bu sayede gitardan iyice soğudum. Arada sırada tekrar heves gelir gibi olduğu zamanlar da ben bu işi beceremem psikolojisine girdim. Bu sayede gitar çalmaya daha yeni başlamışken bırakmış oldum.
İki hafta önce tekrar gitara ilgi duymaya başladım. Derslere en başından başlayarak her gün ortalama yarım saat çalışıyorum. Bu iki hafta da ne kadar ilerledim? Neredeyse hiç. O ilk baştaki hevesi keşke daha verimli kullansaymışım diyorum şimdi.
Bir hafta boyunca şehirdeki neredeyse bütün müzik enstrümanı satan dükkanları gezdim. Ucuz gitarlar arasından kırmızı Cort G110'u beğendim. Gitar + amfi 400 liraydı o zamanlar. Şimdi alsan 900 lira filan tutar. Babamla birlikte gittik aldık.
İlk başta her şey çok güzeldi. Youtube'dan dersler izleyip her gün saatlerce gitarla çalışıyordum. Gitarı aldıktan iki hafta sonra basit şarkılar da çalmaya başladım. Ama nota değerleri, metronom ile çalma, akorlar, ritim gibi konuları tam olarak kavrayamadım. Biraz da dersleri savsakladım. Bu yüzden bir buçuk ay sonra gitardan soğudum.
Dananın kuyruğu ise Karabük'te koptu. Gitarı ve amfiyi Karabük'e götürdüm. O zamanlar yurtta kalıyordum. Ne zaman elime gitarı alıp çalışmaya kalksam arkadaşlarımdan biri gelip gitarı alıp oynamaya başlıyordu. Bu bir kaç hafta böyle devam etti. Ben de bu durumdan bıktığım için bir daha gitarı çıkarmamaya başladım. Bir kaç ay sonra arkadaşımın teki "O kadar para verip aldın gitarı, kendine yük edip getirdin buraya hiç çalmıyon." dedi. Ben de her elime aldığımda gitarı birinin çıkıp elimden aldığını söyledim. Alındılar.
Neyse bu sayede gitardan iyice soğudum. Arada sırada tekrar heves gelir gibi olduğu zamanlar da ben bu işi beceremem psikolojisine girdim. Bu sayede gitar çalmaya daha yeni başlamışken bırakmış oldum.
İki hafta önce tekrar gitara ilgi duymaya başladım. Derslere en başından başlayarak her gün ortalama yarım saat çalışıyorum. Bu iki hafta da ne kadar ilerledim? Neredeyse hiç. O ilk baştaki hevesi keşke daha verimli kullansaymışım diyorum şimdi.
8 Mayıs 2017 Pazartesi
Maçtan Sonraki Olayları İzlemek Maçı İzlemekten Daha Heyecanlıydı
Perşembe günü arkadaş Çorum Belediyespor'un play-off maçı var. Gel onu izleyelim dedi. Çorum Belediye'nin play-off maçının olduğundan bile habersizdim. Açık 1 lira kapalı 2 lira deyince arkadaş, gel izleyelim dedim. Aldık biletleri kapalıdan. Çarşıda biraz dolandıktan sonra geçtik stada.
Tabi bilet alırken kuyruktakilerle Çorum Belediyespor'un durumunu konuşup öğrendim. Kimsenin maçtan umudu yoktu. Yine de Çorum'un takımı diye maça gelmişlerdi. Kimisi benim gibi belediyenin takımı olduğundan haz etmiyordu. Çoğu kişi ise takıma o kadar para harcanmasına rağmen her sene play-offta elendiği için Çorum Belediyespor'dan haz etmiyordu.
İlk defa kapalıda maç seyrettim. Aslında futbol ilgimi çekmiyor. Yıllarca Karabük'te yaşamama rağmen bir kere bile Karabük Spor'un maçına gitmişliğim yok. Neyse gittik izledik maçı. Altay tartışmasız daha iyi oynadı Çorum Belediye'den. Ama kontra atak ile bulduğu iki gol sonrası Çorum Belediyespor 2-0 kazandı maçı. Maç baya bir heyecansız, ruhsuz geçti.
Ama maçın sonunda Altaylı bazı taraftarlar sahaya indi. Ve stat karıştı. Koltukları söküp fırlattı Altaylılar. Bizde arkadaşla izledik tabii. Maç sonu bu yüzden baya heyecanlıydı. Ama bunlarla bitmedi olaylar. Altaylılar durulunca bir polis bizi stattan zorla çıkardı. Ama bir baktık asıl olaylar stadın dışında. Stadın yanındaki Adil Candemir parkında toplanan Çorumlular Altaylılara sataşıyor.
Biz yine geçtik bir köşeye izlemeye başladık. Hatta yanımızda bir amca vardı, maça gelirken 1 kilo çekirdek almış. Maçta bitirememiş. Olayları izlerken çitliyordu. Bir anda ortalık baya bir karıştı. Havada uçuşan taşları gördüm. Sonra öndekiler kaçmaya başlayınca biz de kaçtım. Demekki polis kovalıyor, gazını, copunu yemeyelim durduk yere diye. Ara sokaklara dağıldık. Sonra bir baktım yine parka gidiyor herkes. Biz de gittik. Sonra polis yine kovaladı. Biz yine iyi yere kaçmışız. Fatih caddesinden tarafa kaçanları polis iyi kovalamış. Gaz filan sıkmış. İşte o alt taraftaki gurubu polis dağıtınca dedikki artık izleyecek bir şey kalmadı. Biz de Gazi Caddesi'ne doğru çıktık.
Kısaca Maçtan Sonraki Olayları İzlemek Maçı İzlemekten Daha Heyecanlıydı.
Hayatım boyunca ilk defa olaylı bir maça denk geldim. Bu günde hatta 10 dakika sonra İzmir'de rövanş maçı var. Yine olaylar çıkacağını düşünüyorum. Maçı birlikte izlediğim arkadaşım "İzmir'e maça üzerine para verseler gitmem. Oradan sağlam çıkarırlar mı adamı?" diyordu. Zaten dün Çorum Belediyespor'un takım otobüsüne saldırmış Altaylılar.
Olayların videosu: https://www.izlesene.com/video/corum-belediyespor-altay-macindan-sonra-arbede/9840755
Tabi bilet alırken kuyruktakilerle Çorum Belediyespor'un durumunu konuşup öğrendim. Kimsenin maçtan umudu yoktu. Yine de Çorum'un takımı diye maça gelmişlerdi. Kimisi benim gibi belediyenin takımı olduğundan haz etmiyordu. Çoğu kişi ise takıma o kadar para harcanmasına rağmen her sene play-offta elendiği için Çorum Belediyespor'dan haz etmiyordu.
İlk defa kapalıda maç seyrettim. Aslında futbol ilgimi çekmiyor. Yıllarca Karabük'te yaşamama rağmen bir kere bile Karabük Spor'un maçına gitmişliğim yok. Neyse gittik izledik maçı. Altay tartışmasız daha iyi oynadı Çorum Belediye'den. Ama kontra atak ile bulduğu iki gol sonrası Çorum Belediyespor 2-0 kazandı maçı. Maç baya bir heyecansız, ruhsuz geçti.
Ama maçın sonunda Altaylı bazı taraftarlar sahaya indi. Ve stat karıştı. Koltukları söküp fırlattı Altaylılar. Bizde arkadaşla izledik tabii. Maç sonu bu yüzden baya heyecanlıydı. Ama bunlarla bitmedi olaylar. Altaylılar durulunca bir polis bizi stattan zorla çıkardı. Ama bir baktık asıl olaylar stadın dışında. Stadın yanındaki Adil Candemir parkında toplanan Çorumlular Altaylılara sataşıyor.
Biz yine geçtik bir köşeye izlemeye başladık. Hatta yanımızda bir amca vardı, maça gelirken 1 kilo çekirdek almış. Maçta bitirememiş. Olayları izlerken çitliyordu. Bir anda ortalık baya bir karıştı. Havada uçuşan taşları gördüm. Sonra öndekiler kaçmaya başlayınca biz de kaçtım. Demekki polis kovalıyor, gazını, copunu yemeyelim durduk yere diye. Ara sokaklara dağıldık. Sonra bir baktım yine parka gidiyor herkes. Biz de gittik. Sonra polis yine kovaladı. Biz yine iyi yere kaçmışız. Fatih caddesinden tarafa kaçanları polis iyi kovalamış. Gaz filan sıkmış. İşte o alt taraftaki gurubu polis dağıtınca dedikki artık izleyecek bir şey kalmadı. Biz de Gazi Caddesi'ne doğru çıktık.
Kısaca Maçtan Sonraki Olayları İzlemek Maçı İzlemekten Daha Heyecanlıydı.
Hayatım boyunca ilk defa olaylı bir maça denk geldim. Bu günde hatta 10 dakika sonra İzmir'de rövanş maçı var. Yine olaylar çıkacağını düşünüyorum. Maçı birlikte izlediğim arkadaşım "İzmir'e maça üzerine para verseler gitmem. Oradan sağlam çıkarırlar mı adamı?" diyordu. Zaten dün Çorum Belediyespor'un takım otobüsüne saldırmış Altaylılar.
Olayların videosu: https://www.izlesene.com/video/corum-belediyespor-altay-macindan-sonra-arbede/9840755
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)